1 Mayıs 2015 Cuma

Atatürk’ün Bilim ve Teknoloji Hakkında Söyledikleri

Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışındat yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin, yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen lisanının koyduğu kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir. 1924
Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız yaşayamayız… Aksine yükselmiş, ilerlemiş medeni bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız.. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.
Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez.. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkûmdur. 1922
Başarılı olmak için aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında doğal bir uyum sağlamak lazımdır. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği idealler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır. 1923

Zaman Nedir Fizik

zaman Nedir Fizik Tanımı
 Zaman
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Güneş ve Ay’ın hareketleri insanlığın başlangıcından beri zamanı gösterip sembolize eder.
Zaman (Arapça: زمن), ölçülmüş veya ölçülebilen bir dönem, uzaysal boyutu olmayan bir kontinyum olarak tanımlanır. Zaman kavramı, tarih boyunca felsefenin ilgi alanlarından biri olmasının yanısıra matematik ve bilimsel araştırmaların da önemli malzemelerinden biridir. Tarih boyunca çok tartışılmış bir konudur. Son olarak Albert Einstein’in tarifiyle son bulmuş ifade şu an için en geçerli teoremdir.
İçinde olduğumuz 3 mekan ve 1 zaman boyutlu uzay-zamanın, soyut olan boyutu olarak da kabul edilir. Zaman olgusu fizikte ‘t’ (Latince zaman anlamına gelen tempus kelimesinin baş harfi) harfiyle tanımlanır. Zamanın objektif olarak var olup olmadığı, fiziğin en önemli ve çözülemeyen konularının başında gelir. Planck zamanı denilen saniyenin 10 üzeri 43’de birinden daha kısa olan süre, fizikçilerce içinde bulunduğumuz 3+1 boyutlu uzayın sınırı ve kara delik ortamının başlangıcı olarak kabul edilir. Tıpkı ışık gibi bükülebileceği varsayılmaktadır. Bu yüzden zaman içi yolculuğun mümkün olup olmadığı birçok bilim adamı tarafından düşünülmektedir. Zamanın akıp akmadığı veya hangi yönde aktığı da aynı şekilde fiziğin en tartışmalı konulardandır.
Zamanın Ölçümü
Zamanın tarifi konusunda tam bir uzlaşmaya varılamasa da ölçülmesi konusunda anlaşmazlık yoktur. Zaman, fizikte en hassas ölçülebilen niceliktir. Zaman ölçümünde herhangi bir ana ya da aralığa rakamsal bir değer atanır. Bu atamada sürekli değişikliğe uğrayan herhangi bir fenomen kullanılabilir.
Zamanın ölçümünde kullanılan başlıca iki adet, birbirinden bağımsız ölçek vardır:
Dinamik – Gök cisimlerinin çekimsel hareketlerini kullanır.
Atomik – Atomların içsel enerji durumları arasındaki quantum değişimini gerçekleştirmekte kullanılan elektromanyetik radyasyonun karakteristik frekansından yararlanır.
Dünyanın kendi ekseni etrafında dönüşü de bir zaman ölçeği olarak kullanılabilir ancak gel-git kuvvetleri nedeniyle diğer iki ölçeğe eşdeğer (İng: equivalent) değildir.

Cuma Namazında Neler Yapılır ve Faziletleri Nelerdir?

Cuma Namazında Neler Yapılır ve Faziletleri Nelerdir?
Cenab-ı Hakk’ın kullarına bahşettiği sayısız lütuflarından biri de Cuma günüdür. Cumayı diğer günlerden ayıran en önemli özellik, o günde cemaat halinde Cuma namazının kılınmasıdır. Nitekim Cenab-ı Hak bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınızda, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki, kurtuluşa eresiniz.”1 Bu ayet-i kerime, Cuma vaktinin cuma namazı kendilerine farz olanlar için bir ibadet zamanı olduğuna işaret etmektedir. Bu ayete kulak veren Mü’minler Yüce Allah’ın bu çağrısına uyarak her türlü dünyevi meşgaleyi bir tarafa bırakıp Cuma namazına koşarlar. Camide hayatlarına yön verecek nasihatleri dinler, birlik ve beraberlik içerisinde Yüce Mevlâdan af ve rahmet dilerler.
Cuma namazı, Müslümanların tanışmaları, kaynaşmaları, yardımlaşmaları, birlik ve beraberlik şuurunu kuvvetlendirmeleri, Allah’a birlikte yaklaşmaları için önemli bir vesiledir. Cuma namazı, toplumun eğitilmesinde de büyük rol oynamaktadır. Cuma günü yapılan vaazlarda, okunan hutbelerde, iyiliklerin yaygınlaşması, kötülüklerin önlenmesi, insan haklarına saygı, çevre temizliği, birlik ve beraberlik içinde olmanın önemi, şehitlik ve gazilik ruhu, vatan savunmasının önemi, anne ve babaya hürmet, akraba ve komşulara iyilik, doğruluk ve dürüstlük gibi değerler anlatılmaktadır. Bunun yanında Cuma namazı, camiye ve beş vakit namaza alışmanın da ilk adımını teşkil etmektedir.
Cuma namazını eda etmek üzere camiye giden mü’min kardeşlerimizin dikkat etmeleri gereken bir takım kurallar bulunmaktadır. Buna göre, cumaya giderken temiz ve güzel elbiseler giyilmeli, insanlara rahatsızlık verecek her türlü kokular giderilmeli, ön safta boş yer varken arkada saf tutulmamalı, safları aralıksız ve düzgün tutmalı, ön safa geçmek için cemaat rahatsız edilmemeli, hutbe okunurken susup dinlenilmelidir. Mazeretsiz olarak Cuma namazının terk edilmesinin günah olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca kadınların da Cuma namazlarında cemaate iştirak edebilecekleri bilinmeli, dini, milli ve ahlaki değerlerle yetişmeleri için çocukların da cumaya gitmeleri teşvik edilmelidir.
Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde; Cuma namazını usulüne uygun olarak kılanların günahlarının bağışlanacağını biz mü’minlere müjdelemiştir.
Kur’an-ı Kerim’de Cuma namazı kılındıktan sonra Müslümanların yeryüzüne dağılıp Allah’ın kendileri için takdir ettiği rızkı aralamaları emredilmektedir. Şu halde Cuma namazını kıldıktan sonra hemen işlerimizin başına dönerek, bir ibadet şuuru içinde çok çalışmalı, üretmeli, ülkemizi ve milletimizi kalkındırmak için elimizden gelen bütün gayreti göstermeliyiz.

İslam Tarihinde Hicretin Önemi


Yüce Allah, emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmek üzere peygamberler göndermiştir. Görevleri sadece insanları doğru yola ulaştırmak olan bu kutlu elçilerin hemen hepsi, bu ulvi görevlerini yerine getirirken ciddi manada sıkıntı çekmişler, zaman zaman işkence ve zulme maruz kalmışlardır. Bazıları öldürülmüş, bazıları yurtlarından göç etmek zorunda kalmıştır. Hâlbuki bu kutlu elçiler, gönderildikleri toplum için rahmet, şefkat ve sevgi kaynağı idiler. Onlara gönül kapılarını kapatan toplum, aslında insanî fazilet ve erdemlere kapılarını kapatmaktaydı. Allah elçilerini bağrına basan toplumlar ise, insanî erdemlere, aydınlığa kucak açmaktaydı.

Allah elçilerinin sonuncusu olan ve âlemlere rahmet olarak gönderilen [1] sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de insanları, şirk ve küfrü, vahşet ve zulmü terk edip sadece Yüce Yaratana ibadet etmeye, adalete, merhamete ve erdemli olmaya davet etmekteydi. Mekkeli müşrikler bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen bu yüce elçi’ye akla hayale gelmedik işkence ve zulümler yaptılar, onun hayatına son vermek istediler. Bu ağır baskılar altında tebliğ ve davet görevini yerine getiremeyeceğini anlayan kâinatın Efendisi, hicret etmeye karar verdi.
621 yılında, İslamı kabul eden 12 Medineli ile, 622 yılında ise 75 Müslüman Medineli ile Akabe mevkiinde yapılan anlaşma sonucunda Medineli Müslümanlar Hz. Muhammedi ve Hicret eden diğer Müslümanları koruyacaklarına dair söz verdiler. Bu olaya Akabe Biatları denilmektedir. Bu biatlar sonunda İslamı kabul eden Medineliler kendilerine İslamı öğretmeleri için bir muallim istediler. Peygamber Efendimiz onlara muallim olarak Mus’ab bin Umeyr’i gönderdi. Mus’abın gayretleri neticesinde İslam Medine’de hızla yayıldı.
Aynı yıl içerisinde Müslümanlar Medine’ye hicret etmeye başladılar. Peygamber Efendimiz de arkadaşı Hz. Ebu Bekir ile birlikte Mekke’den Medine’ye hicret etti. Mekke Medine arası bu günkü yol itibariyle 418 km. dir. Bu yolculuk düşmandan gizlenerek, sıkıntı ve meşakkat içerisinde, çöl ortamında her türlü tehlikeye açık olarak, yakalanma endişesi içerisinde, on dört günde tamamlandı. Çünkü Mekkeli müşrikler Hz. Muhammedi yakalayıp getirene yüz deve vereceklerini vaat etmişlerdi. Yüz deve çok büyük bir servetti ve ödül avcıları bu fırsatı değerlendirmek istiyorlardı.
Ancak O’nu Peygamber olarak gönderen Cenâb-ı Allah’tı ve elbette ki elçisini koruyacaktı. Nihayet Allah Rasulü Hz. Ebu Bekir ile birlikte Medine yakınlarında bir yerleşim yeri olan Kuba’ya ulaştı ve orada bir müddet kalarak İslam’ın ilk mescidi olan ve temeli takva üzere atıldığı Kuranı Kerimde bildirilen Kuba Mescidini inşa etti. [2] Daha sonra ise Medine-i Münevvere’ ye ulaştı.
Hicretle birlikte Medine de İslam devleti kurulmuş, İslami müesseseleri içinde barındıran Mescit inşa edilmiş, civar kabilelerle bir anlaşma yapılmıştır. Bu üç olay da İslam’ın geleceği açısında son derece önemli olaylardır. Peygamber Efendimiz Mekke’den hicret ederek gelen her bir Muhacir Müslümanı, ev sahibi Medineli Ensar Müslümanla kardeş ilan etmiştir. İslam tarihinde bu olaya muâhât (kardeşlik olayı) denilmektedir. Bu kardeşlik öyle bir kardeşliktir ki tarihte eşine bir daha rastlamak mümkün değildir. Aynı anne-babadan dünyaya gelen kardeşler mal için, menfaat için birbirlerinin canını alırken Ensar, Muhacir kardeşini her şeyine ortak kabul etmiş ve bütün mal varlığını muhacir kardeşi ile paylaşmıştır.
Bu manada hicret, İslâm davasının hedefe giden yolunda bir dönüm noktasıdır. Hicret, İslam toplumunun teşkilatlanması, bir güç haline gelmesi ve çevresine kendini kabul ettirmesi sürecinin ilk adımı olmuştur. Hicret, her vesile ile birlik, beraberlik ve dayanışmayı vurgulayan İslam’ın hayat bulmasına yol açan önemli bir olaydır. Hicret, Allah rızası için, anadan, babadan, yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan, evlattan vazgeçişin, ibretli ve meşakkatli kıssasıdır.
Hicret, her şeylerini Allah için, göz kırpmadan terk eden Mekkeli Muhacirler ile onları bağırlarına basan, muhtaç oldukları halde onları kendilerine tercih eden Medineli Müslümanların, yani Ensar’ın destanıdır. Bu destanda fedakârlık, kardeşlik, ahde vefa, birlik ve beraberlik, değerlerin paylaşımı, özgürlük aşkı, adalet, saygı ve hoşgörü temel konulardır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimizin Medine’ye hicreti bu değerlerin insanlığa yeniden kazandırılması yolunda verilen mücadelenin en önemli aşamasıdır.
Bu fedakârlıklarla İslamı bu güne ulaştıran Ensar ve Muhacir’in Allah katında mükâfatları da elbette çok büyük olacaktır. Yüce Kitabımız Kur’anı Kerim bu mükâfatı: “İman edip hicret edenlerin ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.” Âyetiyle dile getirmektedir. [3]
Hicreti süsleyen tablolarda çağımız insanı için alınacak birçok ibret ve dersler vardır. Bencilliğin, maddeciliğin, çıkarcılığın, adaletsizliğin tahrip ettiği insanlık, hicretteki bu yüce değerleri hatırlayıp yeniden insani değerlerle buluşabilmelidir.
Hicret tarihi olan 1 Muharrem, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde takvim başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Hicret Allah Rasulü tarafından yapılmış ve Mekke’nin fethi ile son bulmuştur. [4] Bizim hicretimiz insani ve İslami değerlere, Yüce Rabbimize ibadet etmeye, O’nun rızasını kazanmaya olsun

Göl Bilimi Nedir Kısaca

Limnoloji yani gölbilimi; doğal ve yapay göl ve göletlerin fiziksel ve kimyasal niteliklerini, ekolojisini, çevreyle etkileşimlerini, içlerindeki su ve enerji akımlarını inceleyen bilim dalıdır.

Uzay Nedir Kısaca özeti





















Uzay Dünya’nın atmosferi dışında evrenin geri kalan kısmına verilen isimdir. Atmosfer ile uzay arasında kesin bir sınır bulunmamaktadır, fakat Dünya’nın atmosferi yukarı doğru çıkıldıkça incelmektedir. Uzayda tahminen milyonlarca galaksi bulunmaktadır. Bu tahmini galaksilerin içinde tahminen milyonlarca sistemler, gezegenler ve astroitlerFizikçi Carl Sagan’ın kitabı “KOZMOS” da yazdığı üzerine evrensel atom sabiti 1088 kadar yani 10 üst 88, yani evrende 10′un yanında 88 sıfır tane atom var. Bu şekilde bir hesaplama ve insanoğlunun bildiği her türlü galaksi uzayın büyüklüğünü kanıtlar. Uzay ayrıca evren terimi ile karıştırılır. Bu iki kavram karıştırılmamalıdır. “Uzay” içinde bulunduğumuz sonsuz sanılan boşluktur, “evren” ise canlı, cansız her varlığın uyumu ya da uyumsuz yaşadığı mekandır. Yani birbirlerinden farklı şeylerdir.

Uzay karanlığı, büyüklüğü, olayları ile ilgi çekici, karmaşık ve araştırmaya değer olmuştur. Bu yüzden insan her çağda uzayı merak etmişti. Bu yüzden sürekli uzayı araştırmak için icatlar yapmıştı. Teleskop bu alanda çok önemli bir alettir. Çağlar geçtikçe insanların daha güçlü teleskoplarla uzayı incelemesi uzay hakkındaki bilgileri artırdı. Böylece merakını gidermeye başlayan insanoğlu bununla yetinmeyip uçarak daha fazla bilgi toplamak istedi. İnsanlığın uçmayı keşfetmesiyle Dünya’yı çevreleyen yakın uzay hakkındaki bilgiler, daha da artmaya başladı. Nihayet, güçlü füzeler, yapma uydular, Ay ‘a insanlı ya da insansız araçlar gönderilmesi, yapay uydular geliştirilmesi, çok güçlü radyo teleskoplarla (Hubble Uzay Teleskobu gibi) uzayın derinliklerinin araştırılması, 20. yüzyılın ikinci yarısında insanlığın uzay hakkındaki bilgilerini önemli ölçüde genişletti. Ayrıca insanlık uzayı araştırmak için “astronomi” bilimini doğurdu. Artık astrologlar uzayın bilgilerini daha hızlı buluyorlardı.

Uzayda Neden Yerçekimi Yok ? (merak giderici soru )

 Herkesin  çok iyi bildiği gibi uzay gemileri içinde cisimlerin ağırlıkları yoktur. Çünkü uzay gemisi Dünya yörüngesine girince sürekli serbest düşüş durumunda bir asansör gibi hareket eder. Bir tüy ve bir demir bilye bırakıldıklarında yere aynı anda düşer. Bilye daha çabuk düşmez. Bu deneyi de ünlü Piza kulesinde yapan inanmayacaksınız Galile’dir. Arada düşmede oluşan küçük fark havanın sürtünme özelliğinden ileri gelir. Bu deney insanlar Ay’a gittiklerinde orada havasız ortamda yeniden denendi ve Galile’nin ve Einstein’ın haklı oldukları görüldü.
Bunun gibi merkezkaç kuvvet diye bir kuvvet de yoktur. Bir yöne doğru ivmelenmiş olan cismin yönü değiştirildiği zaman ivmesi nedeniyle yine oraya doğru gitmek ister. Bu da merkezkaç kuvvet olarak algılanır. Örnek olarak viraja giren bir arabanın yönü değişince ileri doğru ivmelenmiş olduğu için oraya gitmek isteyecek, araba ve içindekiler savrulacaktır.
Uzayın kütleler yüzünden büküldüğü Güneş’in arkasında bulunan yıldızların görünememesi gerekirken Güneş’in kenarından görülebilmesiyle kanıtlanmıştır. Tabi bu olay görünmeden önce durumun formüllerle kanıtlandığını da söylemek gerekir.
Bundan şu sonuç çıkıyor. Newton’un bulduğu Yerçekimi kanunu hikayedir. O yüzden de Newton’un yazdığı formüller (F = m x a) doğru değildir. Ancak küçük güçlerin sınırlı yerlerde kullanımında doğu sonuçlar verir. Bu formüllerin yerini Einstein’ın formüllerinin (E = m x c2) aldığını biliyordum ama ancak şimdi neden olduğunu anladım. Ben hep kütlenin çekimi yüzünden uzay bükülüyor diyordum.
Buradan çıkaracağımız   ders;  Gerçek olarak insanın Dünya’ya yapışması iki şekilde açıklanabilirdi. Biri Dünya’nın çekim gücü, öteki uzay büküldüğü için Dünya’ya itilmek. Görüntüde birincisi doğruydu ve yüzyıllar boyunca onun doğru olduğu herkes tarafından kabul edilmişti. Ama günün birinde biri çıkıp (Albert Einstein) diğerinin doğru olduğunu kanıtlarıyla gösterdi. Bu bizim, Dünya mı insana uydu, yoksa insan mı Dünya’ya uydu konusuna benziyor. Bana göre ikincisidir. Tabi ki bu binlerce yıldır gelen öğretileri ters yüz ediyor. Ama isteyen hala birincisinin doğru olduğunu iddia edebilir ve eden çıkacaktır, sonuçlarına katlanmak şartıyla. Bazı bilim adamları Newton’un formüllerini din gibi algılayıp ‘biz bundan vazgeçmeyiz’ deselerdi benzerlik biraz daha artardı.

Beyruni Hangi Bilim Alanlarında Çalışmıştır?

Beyruni Kimdir?
Türk bilgini Beyrunî ( Ebu Reyhan el Birunî olarak da tanınır.)’ ye kadar uzanmaktadır.Yetiştiği dönemde, İslam ve batı dünyasında Beyrunî düzeyine erişebilen bir bilim adamına rastlanılmamaktadır. XI. Yüzyılı, bilim tarihçileri Beyrunî Çağı olarak da adlandırmışlardır.
Ortaçağ bilginlerinin ortak yanları, birçok bilim dalında çalışma yapmalarıdır. Beyrunî’de de bu özellik kendini açıkça gösterir. 148 eser verdiği bilinen Beyrunî, başta matematik, astronomi ve coğrafya olmak üzere fizik, tıp, eczacılık, doğabilim, jeoloji, sosyoloji, felsefe, tarih, dinler tarihi ve dilbilim dallarında 110 kitap yazmıştır. Bunlardan ancak 32 si günümüze kadar ulaşmıştır.
Gökbilim, matematik, doğa bilimleri, coğrafya ve tarih alanındaki çalışmalarıyla tanınır.

BEYRUNİ ( BİRUNÎ ). Türklerde coğrafya ile ilgili bilimsel çalışmaların başlangıcı büyük Türk bilgini Beyrunî ( Ebu Reyhan el Birunî olarak da tanınır.)

Tandem !


En Zengin Rap Yıldızları !

İzlemeden Geçmeyin



Türkiyenin Nesi Meşhur,Türkiye Neyi ile Ünlüdür?

Türkiyenin Nesi Meşhur,Türkiye Neyi ile Ünlüdür?
Atatürk,
İstanbul Şehri,
Yoğurt,
Kız Kulesi,
Peribacaları,
Pamukkale,
Türk Döneri,
Türk Mutfağı,
Nemrut Dağı,
Truva Atı,
Efes Antik Kenti,
Ağrı Dağı,
Türk Rakısı,
Topkapı Sarayı,
İstanbul Boğazı,
Truva,Efes,Bergama Harabeleri,
Ayasofya Camii,
İstanbul ve Çanakkale Boğazları,
Kazdağı (İda),İstanbul,Antalya,İzmir,A nkara ve tüm Doğal Güzellikleriyle

Karaçalı


Kütle ve hacim ölçme tekniklerini inceliyelim

Kütle ve hacim ölçme tekniklerini inceliyelim
HACİM KÜTLESİ (Özgül Ağırlık, Yoğunluk)
UNI tablolarına ve Uluslararası anlaşmalara göre, özgül ağırlık ya da yoğunluk terimleri yerine hacim kütlesi teriminin kullanılmasına karar verilmiştir. Terazi ile ölçülmüş olan kütle, hacim ile bölünür.
Hacim Kütlesi = Kütlesi/Hacim
Tek olarak M.Ö 5 y.y ‘ da Erodot aynı hacme sahip beyaz altın, gümüş ve saf altının ağırlıklarının farklı olduklarını tespit etmiştir. Netice itibariyle hacim kütlesi kavramı çok eskilere dayanmaktadır.
Hacim Kütlesinin Değişik İfadeleri:
a) Hacmi bir santimetre küp, yani bir mili litre olan bir nesnenin gram cinsinden ağırlığıdır.
b) Bir nesnenin aynı hacme sahip 4 C’ deki sudan kaç kat ağır olduğunu belirten rakamdır.
c) Bir desimetre karelik alanda bir mikronluk (milimetrenin 1000′ de 1′ i) kalınlığın elde edilmesi için gerekli olan santigramdır. Bu tanım özellikle altın ve gümüş kaplamada geçerlidir.

Nesnelerin hacim kütlesi ısı ile değişir, bu nedenle rakamlar dereceler ile birlikte verilir. Belirtilmediği hallerde 20 C’ deki değerler kastedilmektedir.
Erimiş maddenin soğumasında meydana gelen külçe, aynı maddenin haddelenmiş halinde farklı bir değere sahiptir. Bu fark çok büyük olmadığından pratik uygulamalarda dikkate alınmaz. Tabloda birkaç örnek sunulmuştur. Sıvı haldeki bir metalin hacim kütlesinin katı halinden düşük olması ilginçtir. Sonuç olarak metaller eritildiğinde daha ağır olan katı parçacıklar dibe çökebilir. Bu nedenle karıştırma işlemi kesinlikle gereklidir.
Kadmiyum, Hacim Kütlesi = 8,370
Gümüş, Hacim Kütlesi = 9,510
Altın, Hacim Kütlesi = 19,296
Bakır, Hacim Kütlesi = 8,217
Kurşun. Hacim Kütlesi = 113005
Çinko, Hacim Kütlesi = 6,480
Kalay, Hacim Kütlesi = 7,184
Civanın ağır, alüminyum hafif olduğu söylendiğinde, hacim kütleleri hakkında bilgi verilmektedir, yani civanın yoğunluğunun alüminyumunkinden ağır olduğu belirtilmek istenmektedir. Bir kuvvet tarafından itilen bir nesnenin hacim kütlesi ne kadar düşükse, katledeceği yol o kadar uzun olur. Bu yöntem elin kullanılmadığı ve yoğunluğun göz kararı kestirilmesi gerektiğinde kullanılır. Örnek olarak, başın hareketleri sonucunda çok sallanan küpelerin plastik veya küpelerin sallanması çok daha azdır.
Düşük hacim kütleli nesneler terazinin küçük ağırlıklarında kullanılır. Nedeni ise hacimleri büyük olacağından tutulmaları daha kolay olacaktır. Genelde alüminyum kullanılır. Diğer ağırlıklar içinde pirinç kaplı kurşun kullanılır.
Pratiği arttıkça kuyumcu bir nesnenin hacim kütlesine eli ile karar verebilir. Sadece dokunma ile beyaz altını platinden, bunlarında diğer metallerden ayırabilmektedir. Beyaz altını platinden, bunlarında diğer metallerden ayırabilmektedir. Beyaz altın ile paladyum arasındaki fark belli olmamaktadır. Ancak 750′ milyemlik altının hacim kütlesi paladyumunkinin 3 katıdır.
Günümüzde kuyumcu 750 milyemlik altınla 500′ lük altını eli ile tartarak anlayabilmektedir. Zamanla edinilen bu alışkanlık değişik avantajlar sağlamaktadır. II. Dünya savaşında birkaç kuyumcu kıymetli metal kıtlığını fırsat bilerek altın kaplı adi metal külçelerini pazarlayan dolandırıcıların tuzağına düşmemiştir. Gözün el ve beyine hacme göre ağırlığın ne olması gerektiğini söylemesi şarttır. Boru ve delikli külçeler gibi hacmi tam olarak anlaşılmadığı durumlarda işler zorlaşmaktadır. Bu durumlarda kuyumcunun ölçme yapmasının öğrenmesi gerekmektedir. En yüksek hacim kütlesine platin ailesine mensup olan osmiyumda ve iridyumda rastlanmıştır.
Azalan Hacim Kütlesine Göre Metaller
Osmiyum 22,5
İridyum 22,42
Platin 21,37
Altın 19,3
Volfram 18,6..19,1
Uranyum 18,7
Tantalyum 16,6
Cıva 0 C 13,596
Cıva 20 C 13,546
Radyum 12,30
Paladyum 12,16
Rutenyum 12,06
Talyum 11,86
Toryum 11,3..11,7
Kurşun 11,34
Gümüş 10,42..1053
Bizmut 9,8
Molibden 9,6
Nikel 8,6..8,9
Kobalt 8,9
Bakır 8,30..8,95
Kadmiyum 8,64
Demir 7,86
Manganez 7,42
Kalay 7,30
İndiyum 7,28
Çinko 7,14
Krom 6,92
Antimon 6,68
Zirkonuyum 6,4
Galyum 5,9
Vanadyum 5,86
Arsenik 5,75
Germanyum 5,46
Titanyum 4,5
Berilyum 3,5
Alüminyum 2,699
Bor 2,5
Berilyum 1,84
Magnezyum 1,74
Hacim kütlesinin bilinmesi her zaman kalpazanlığı ortaya çıkaramaz. Örnek olarak tungsten (volfram) ve altın değer olarak çok yakın olduklarından ilk metalin altın kaplı külçesini ayırmak çok zor olup değişik bilimsel metotlar gerektirir.
1977 yılının Mart ayında Frankfurt Gümrüğünde 11 gram altın kaplı 100 gramlık tungsten külçeye rastlanmıştır. Kimyasal yoldan tüm kalınlığın incelenmesi ile emin olunabilir.
ÖLÇME
Hacim kütlesinin ölçme metodunu ilk oraya atan Arşimet aynı zamanda ilk olarak bir kalpazanlığında ortaya çıkarmıştır. Nitekim Siraküs Kralı II. Gerone’ nin Kraliyet tacının tamamen altın olmadığını tespit etmiştir. Yıl M.Ö 240′ ta.
Hacim kütlesinin değerli taşlarını incelenmesinde büyük önemi vardır. Tek kolu olan ve hidrostatik terazi olarak bilinen bir çeşit terazi ile ölçülür.
Sıvıların hacim kütlesinin ölçülmesi için bir cam silindirle bir yoğunluk metre gerekmektedir. Yoğunluk metre üst tarafında ölçekli bir çubuğu bulunan cam bir nesne olup, doğrudan hacim kütlesi okunabilmektedir. Bazıları derece cinsinden okunmakta olup bunlara Baume denir.
İki gruba ayrılırlar: Sudan daha ağır ve amonyak gibi sudan daha hafif sıvılar. Bu aygıtlar özellikle deneyler, kıymetli metallerin rafinesi ve galvanize için gerekli olan asitler için kullanılır.
KUYUMCULUKTA HACİM KÜTLESİ TESBİTİ
Terazi Metodu İle
Hacim kütlesi nesnesinin ağırlığı ile yer değiştiren suyun ağırlığı oranıdır. Terazi ile ağırlığı ihmal edilebilir bir naylon iple asılı maddenin kütlesi tartılır. Aynı tartı işlemi asılı aynı maddenin bir bardak suya batırılmış halde iken gerçekleştirilir. Ağırlık değişimi yer değiştiren suyun ağırlığı olacaktır. Bu iki değerin birbirlerine bölümünden hacim kütlesi bulunur.
Susuz (Rr) ve sulu (Rc) ağ kütleleri tartılıp. Ayrıca ağlı sulu (Tr) ve susuz (Tc) tartılar gerçekleştirilir. T değerleri toplamı ifade ederler: 1) Ağ + nesne havada 2) Ağ nesne suda. Nesnenin havada ve suda ağırlığı Tr-Rr ve Tc-Rc dir. Bunları Pr ve Pc ile ifade edebiliriz. Hacim kütlesi ise:
Pr/Pr-Pc = nesnenin ağırlığı/ yerdeğiştiren suyun ağırlığı.
Terazi ve Beher Metodu İle
Pikometre (diğer adı beher) üzerinde hacmin mililitre cinsinden ifade edildiği bir cam kaptır. Büyük nesnelerin girebileceği şekilde iki kısımdan oluşmaktadır.
Toz, talaş, damla ve granül halindeki metaller için kullanılabilmektedir.
a) Nesne katıdır.
b) Boş ve kuru beher tartılır.
c) Eğer şekilde gösterilen beher kullanılırsa 20 C’ de ml ya da 10gr saf su içerir. Nesne behere yerleştirilir, yeniden tartılabilir (boş beher-nesne)
d) Azami değere kadar saf su doldurulur. 10 ml ile olan fark nesnenin ağırlığı olacaktır.
e) Nesnenin: ağırlığı ile eksik suyun ağırlığı bölünür ve hacim kütlesi hesaplanır.
HİDROSTATİK METODUN UYGULANMASI
Hacim kütlesinin iki metalden oluşan alaşımların ayarının tespitinde kullanılmaktadır. Bu metoda hidrostatik denmektedir. Kimyasal analizin verdiği değerler kadar kesin olmamakla birlikte kullanışlı bir yöntemdedir. Özellikle numune alınması mümkün olmayan durumlarda kullanılır.
Metodun dayandığı prensip şudur: Bir alaşımın ayarı, hacim kütlesi 1000’lik metalin hacim kütlesine ne kadar yakınsı olursa 1000′ e kadar yakın olur. Gümüşün hacim kütlesi 10,5 Bakırın eklenmesi hem 10,5′ i hemde ayarı düşürür, çünkü saf bakır ancak 8,9′ a ulaşabilmektedir. Eğer hacim kütlesi 8,9′ u aşmıyorsa, gümüş yok demektir ve malzeme 1000′ lik bakırdır.

Türkiyedeki Ovalar ve Platolar

Türkiyedeki Ovalar ve Platolar
PLATOLAR
a) Aşıntı Platoları : Dış güçler tarafından yüzeyi aşındırılmış, akarsuların derin vadiler kazdığı düzlüklerdir.
b) Kırılma (Tektonik) Platolar : Dikey yönlü basınçların etkili olduğu alanlarda, eski kütlelerin kırılması ile oluşur. (İç Batı Anadolu platoları)
c) Volkanik Platolar : Geniş alanlara yayılan tüf ve akışkan lavların düzleştirdiği alanların, akarsularla yarılması sonucu oluşur.
d) Karstik Ovalar : Kireç taşı gibi çözünebilen taşların bulunduğu alanlarda oluşmuş platolardır. (Obruk, Taşeli platoları)
Ova ve Türkiye’de Ovalar :
Ova akarsuların derince yer etmediği eğik olmaya, varsa da az olan çevresine göre alçakta olan düz yerlere ova denir.
1) Oluşumlarına Göre Ovalar :
a) Aşıntı Ovalar : Dış güçler tarafından aşırı dereceden aşındırıp, düzleştirilmesi sonucu oluşur. Bu ovalara Türkiye’de rastlanmaz. Doğu Avrupa bu konuya en belirgin örnek olarak bilinmektedir.
b) Çöküntü Ovalar : Yeryüzündeki çöküntü hendeklerin, dış güçlerin taşıyıp getirdiği taklarla dolması sonucu oluşur. (Iğdır ovası)
c) Birikinti Ovası : İç kesimlerdeki ya da kıyılarda ki çukur alanların, dış güçlerin taşıyıp getirdiği tortulların dolması sonucu oluşur. (Konya ve Malatya ovaları)
d) Karstik Ovalar : Çökebilir taşların uzandığı alanlarda, suyun taşları çözümlemesi sonucunda oluşan ovalardır. Bu çanakların tabanının tortullarla dolup düzleşmesi ile karstik ovalar oluşur. (Teke ve Taşeli platoları)
2) Bulunduklarına göre ovalar :
– Ovalar kıyıya yakın ya da uzak olma durumlarına göre kıyı ovalar ve iç ovalar diye ikiye ayrılır.
– Kıyı ovalar; Bafra, Finike vb.
– İç ovalar; Eskişehir, Muş vb.
3) Yükseltilerine göre ovalar :
– Bazı ovalar deniz seviyesine yakın iken, bazı ovalarda denizden 1000-2000 metre yüksektir. Bunlar grubuna göre ikiye ayrılır.
– Alçak ova; Çukurova, Çarşamba vb.
– Yüksek ova; Konya, Malatya vb

Wikipedia yı kim kurdu?

Wikipedia yı kim kurdu?
Wikipedia’nın kurucusu Jimmy Wales’dir. Alabama’da yetişen Wales 1996’da Bomis adlı bir arama motorunun kurucuları arasında yer aldı. Bomis erotik içeriğe de sahip bir yayın oldu. Wales ikinci eşiyle birlikte San Fransisco’ya taşınıp internet işini büyüttü. Herkesin katkıda bulunacağı dijital ansiklopedi fikrini Nupedia adlı sitesiyle başlattı. 2001’de Wikipedia’yı kurdu.
Başta bu işten para kazanmak istediği bilinen Wales, birçok internet girişiminin borsada arka arkaya darbe yediği bir dönemde popüler ama para getirmeyen Wikipedia’yla başbaşa kaldı. Siteye farklı bir boyut kazandırmaya karar veren Wales bir vakıf kurarak Wikipedia’yı bugünkü politikasına taşıdı.

1 Mayıs


Kanlı 1 Mayıs olarak anılan 1 Mayıs 1977 öncesinde 1 Mayıs İşçi Bayramı için hazırlanan, “Dünyayı Avuçlarında Yükselten İşçi” logosu

1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı, işçi ve emekçiler tarafından dünya çapında kutlanan, birlik, dayanışma ve haksızlıklarla mücadele günü. Dünya üzerindeki pek çok ülkede, resmî tatil olarak kabul edilmektedir. Türkiye’de ilk kez 1923’te resmî olarak kutlanmıştır. 2008 Nisan’ında, “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kutlanması kabul edilmiştir. 22 Nisan 2009 tarihinde TBMM’de kabul edilen yasa ile 1 Mayıs resmi tatil ilan edilmiştir.
 Tarihi
İlk kez 1856’da Avustralya’nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçileri, günde sekiz saatlik iş günü için Melbourne Üniversitesi’nden Parlamento Evi’ne kadar bir yürüyüş düzenlediler.
1 Mayıs 1886’da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bıraktılar. Chicago(Şikago)’da yapılan gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Luizvil’de (Kentaki) 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüdü. O dönemde Luizvil’deki parklar, siyahlara kapalıydı. İşçiler, sokaklarda yürüdükten sonra hep birlikte Ulusal Park’a girdi. Her eyalet ve kentte, siyah ve beyaz işçilerin birlikte yaptığı gösteriler, gazeteler tarafından, ‘Böylece önyargı duvarı yıkılmış oldu’ şeklinde yorumlanmıştı[1].
Bu gösteriler 1 Mayıs’ı izleyen günlerde tüm harareti ile devam etti ve 4 Mayıs’ta kanlı Haymarket Olayı’na yol açtı.
Uygulanan yasal baskılarla bu gösterinin tekrarlanması engellendi. 14 Temmuz-21 Temmuz 1889’da toplanan İkinci Enternasyonal’de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada “Birlik, mücadele ve dayanışma günü ” olarak kutlanmasına karar verildi. Böylece ikinci gösteri 1890 yılında yapılabildi.
Zamanla 8 saatlik işgünü birçok ülkede resmen kabul edildi. 1 Mayıs böylece işçilerin birlik ve dayanışmasını yansıtan bir bayram niteliğini kazandı. Günümüzde sosyalist ülkelerde (Çin Halk Cumhuriyeti, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, Vietnam, Laos, Küba, Venezuela, Nepal, Bolivya) ve daha birçok ülkede tatil günü olan 1 Mayıs’ı işçiler büyük kitle gösterileriyle kutlar; bazı ülkelerde 1 Mayıs siyasal bir eylem biçimini de alır. [1] Türkiye’de İşçi Bayramı
Türkiyede Sarper Özsan’ın yazıp bestelediği 1 Mayıs Marşı eşliğinde kutlanmaktadır.
Osmanlı Devleti döneminde işçi örgütlenmesinin en gelişmiş olduğu yer Selanik’ti ve 1911 yılında burada tütün, liman ve pamuk işçileri, 1 Mayıs gösterisi düzenleyerek bu günü kutladılar.
1912 yılında İstanbul`da ilk defa 1 Mayıs kutlaması gerçekleşti.
1923 yılında 1 Mayıs günü yasal olarak “İşçi Bayramı” ilan edildi.
1924`te hükümet kitlesel 1 Mayıs kutlamalarını yasakladı.
1925`te çıkan Takrir-i Sükun Yasası, İşçi bayramını kutlamayı yasakladı ve uzun yıllar bu yasak geçerliliğini korudu.
1935 yılında 1 Mayıs`a “Bahar ve Çiçek Bayramı” adı verildi ve ücretsiz tatil günü ilan edildi.
Türkiye Cumhuriyeti döneminde işçi hareketleri yüzyılın ikinci yarısından itibaren ivme kazandı.
1976 yılında uzun yıllar sonra ilk defa geniş katılımlı 1 Mayıs kutlaması Taksim`de Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu`nun organizasyonu altında gerçekleşti.
1977 yılında İstanbul Taksim Meydanı’nda yaklaşık 500 bin kişiyle en geniş katılımlı 1 Mayıs toplantısı düzenlendi. Ancak, göstericilerin üzerine ateş açıldı ve göstericilerden 34’ü, yaralanarak ve üstlerine ateş açılması sonucu çıkan izdihamda ezilerek öldü. 1977 yılının 1 Mayıs günü, tarihe Kanlı 1 Mayıs olarak geçti. Askeri darbe hazırlığı olarak yapıldığı MİT tarafından Başbakan Süleyman Demirel’e rapor edilince, Kara Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun derhal re’sen emekliye sevkedildi.
1978’de yüzbinlerce kişi tarafından Taksim Meydanı’nda kutlandı.
1979`da Sıkıyönetim Komutanlığı İstanbul`da miting yapılmasına izin vermedi, sokağa çıkma yasağı ilan etti. Buna rağmen İstanbul sokaklarında yüzbinlere ulaşan rakamlarla korsan 1 Mayıs kutlandı.
1981`de Milli Güvenlik Konseyi 1 Mayıs`ı resmi tatil günü olmaktan çıkardı.
1989`da trafik polisinin açtığı ateş sonucu işçi Mehmet Akif Dalcı yaşamını yitirdi.
1996`da Taksim Meydanı’nın yasaklı olduğu gerekçesiyle Kadıköy`de düzenlenen 1 Mayıs kutlamalarına yaklaşık 150 bin kişi katıldı. Eylemin ilk dakikalarında polisin silahsız göstericilere açtığı ateş sonucu 3 kişi hayatını kaybedince, Kadıköy`de büyük bir kitlesel isyan gerçekleşti. Bu olaydan sonra Kadıköy 2005 yılına kadar 1 Mayıs kutlamalarına yasaklı kaldı. Ayrıca telsizinin sesini açık unutan bir sivil polisin göstericiler tarafından oldukça şiddetli bir şekilde dövülmesini Star TV`nin naklen duyurması ve bir başka yerde polislerin eğlenerek seyrettiği bir linç girişimini de naklen yayınlamasıyla hafızalara kazındı.
2006 yılında en geniş katılımın yaşandığı ilçe Kadıköy oldu. Çeşitli sendikalar ve gruplar saat 12:00 sularında Rıhtım Caddesi`ne yürüdü. Düzenlenen miting sonrası saat 16:00 sularında gruplar tamamen dağıldı.
2007 yılında 1 Mayıs’ı tekrar Taksim’de kutlayarak aynı zamanda 1977’de olan olayları anmak isteyen grupları polis silah, biber gazı, gaz bombası kullanarak durdurmaya çalıştı. 100’den fazla kişi yaralandı.Valiliğe göre 580, diğer kaynaklara göre 700’e yakın gözaltı gerçekleşti. İbrahim Sevindik adındaki bir vatandaş hayatını kaybetti.
2008 Nisan’ında, 1 Mayıs’ın “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kutlanması kabul edildi.
2008 yılında sendikaların hükümetle 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama konusunda uzlaşamaması sonucunda sendikalar, Taksim’e yürüme kararı aldı ve bazı sol görüşlü partiler de bu yürüyüşe katılacaklarını açıkladı. Bunun üzerine, güvenlik güçleri bir gün öncesinden hazırlıklara başladı ve sabah 06:30’dan itibaren Şişli’de, Osmanbey’de, Pangaltı’da, Nişantaşı’nda, Okmeydanı’nda, Dolapdere’de ve Kurtuluş’ta olaylar çıktı. Polisin, DİSK, Makina Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, ÖDP ve Halkın Kurtuluş Partisi binasında yönelik tutumu ve bir hastanenin acil servisi girişinde gaz bombası atarak birçok kişinin yaralanmasına neden olması çok tartışıldı.[2] Polis; bu olaylar sırasında biber gazı, gaz bombası, tazyikli ve boyalı su kullandı. DİSK binası önündeki olaylarda CHP milletvekili Mehmet Ali Özpolat, sıkılan biber gazı nedeniyle kalp spazmı geçirdi. Okmeydanı’nda Burhan Gül isimli 19 yaşında bir genç, başından plastik mermiyle vurularak yaralandı. Ayrıca Ankara’da Sıhhiye Meydanı’nda yapılan kutlamalarda da olaylar çıktı ve polis, göstericilere gaz bombalarıyla müdahale etti. Ankara’da Sakarya Meydanı’nada yapılan kutlama olaysız sona erdi.
2009 Nisan’ında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne verilen önergeden sonra 1981’den sonra tekrar resmi bayram olarak kabul edildi.
2009 Nisan Taksim’e çıkılmasına izin verilmedi.[3] 2010 1 Mayıs 140 bin kişinin katılımıyla Taksim’de kutlandı.