Yüce Allah, emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmek üzere peygamberler göndermiştir. Görevleri sadece insanları doğru yola ulaştırmak olan bu kutlu elçilerin hemen hepsi, bu ulvi görevlerini yerine getirirken ciddi manada sıkıntı çekmişler, zaman zaman işkence ve zulme maruz kalmışlardır. Bazıları öldürülmüş, bazıları yurtlarından göç etmek zorunda kalmıştır. Hâlbuki bu kutlu elçiler, gönderildikleri toplum için rahmet, şefkat ve sevgi kaynağı idiler. Onlara gönül kapılarını kapatan toplum, aslında insanî fazilet ve erdemlere kapılarını kapatmaktaydı. Allah elçilerini bağrına basan toplumlar ise, insanî erdemlere, aydınlığa kucak açmaktaydı.
Allah elçilerinin sonuncusu olan ve âlemlere rahmet olarak gönderilen [1] sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de insanları, şirk ve küfrü, vahşet ve zulmü terk edip sadece Yüce Yaratana ibadet etmeye, adalete, merhamete ve erdemli olmaya davet etmekteydi. Mekkeli müşrikler bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen bu yüce elçi’ye akla hayale gelmedik işkence ve zulümler yaptılar, onun hayatına son vermek istediler. Bu ağır baskılar altında tebliğ ve davet görevini yerine getiremeyeceğini anlayan kâinatın Efendisi, hicret etmeye karar verdi.
621 yılında, İslamı kabul eden 12 Medineli ile, 622 yılında ise 75 Müslüman Medineli ile Akabe mevkiinde yapılan anlaşma sonucunda Medineli Müslümanlar Hz. Muhammedi ve Hicret eden diğer Müslümanları koruyacaklarına dair söz verdiler. Bu olaya Akabe Biatları denilmektedir. Bu biatlar sonunda İslamı kabul eden Medineliler kendilerine İslamı öğretmeleri için bir muallim istediler. Peygamber Efendimiz onlara muallim olarak Mus’ab bin Umeyr’i gönderdi. Mus’abın gayretleri neticesinde İslam Medine’de hızla yayıldı.
Aynı yıl içerisinde Müslümanlar Medine’ye hicret etmeye başladılar. Peygamber Efendimiz de arkadaşı Hz. Ebu Bekir ile birlikte Mekke’den Medine’ye hicret etti. Mekke Medine arası bu günkü yol itibariyle 418 km. dir. Bu yolculuk düşmandan gizlenerek, sıkıntı ve meşakkat içerisinde, çöl ortamında her türlü tehlikeye açık olarak, yakalanma endişesi içerisinde, on dört günde tamamlandı. Çünkü Mekkeli müşrikler Hz. Muhammedi yakalayıp getirene yüz deve vereceklerini vaat etmişlerdi. Yüz deve çok büyük bir servetti ve ödül avcıları bu fırsatı değerlendirmek istiyorlardı.
Ancak O’nu Peygamber olarak gönderen Cenâb-ı Allah’tı ve elbette ki elçisini koruyacaktı. Nihayet Allah Rasulü Hz. Ebu Bekir ile birlikte Medine yakınlarında bir yerleşim yeri olan Kuba’ya ulaştı ve orada bir müddet kalarak İslam’ın ilk mescidi olan ve temeli takva üzere atıldığı Kuranı Kerimde bildirilen Kuba Mescidini inşa etti. [2] Daha sonra ise Medine-i Münevvere’ ye ulaştı.
Hicretle birlikte Medine de İslam devleti kurulmuş, İslami müesseseleri içinde barındıran Mescit inşa edilmiş, civar kabilelerle bir anlaşma yapılmıştır. Bu üç olay da İslam’ın geleceği açısında son derece önemli olaylardır. Peygamber Efendimiz Mekke’den hicret ederek gelen her bir Muhacir Müslümanı, ev sahibi Medineli Ensar Müslümanla kardeş ilan etmiştir. İslam tarihinde bu olaya muâhât (kardeşlik olayı) denilmektedir. Bu kardeşlik öyle bir kardeşliktir ki tarihte eşine bir daha rastlamak mümkün değildir. Aynı anne-babadan dünyaya gelen kardeşler mal için, menfaat için birbirlerinin canını alırken Ensar, Muhacir kardeşini her şeyine ortak kabul etmiş ve bütün mal varlığını muhacir kardeşi ile paylaşmıştır.
Bu manada hicret, İslâm davasının hedefe giden yolunda bir dönüm noktasıdır. Hicret, İslam toplumunun teşkilatlanması, bir güç haline gelmesi ve çevresine kendini kabul ettirmesi sürecinin ilk adımı olmuştur. Hicret, her vesile ile birlik, beraberlik ve dayanışmayı vurgulayan İslam’ın hayat bulmasına yol açan önemli bir olaydır. Hicret, Allah rızası için, anadan, babadan, yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan, evlattan vazgeçişin, ibretli ve meşakkatli kıssasıdır.
Hicret, her şeylerini Allah için, göz kırpmadan terk eden Mekkeli Muhacirler ile onları bağırlarına basan, muhtaç oldukları halde onları kendilerine tercih eden Medineli Müslümanların, yani Ensar’ın destanıdır. Bu destanda fedakârlık, kardeşlik, ahde vefa, birlik ve beraberlik, değerlerin paylaşımı, özgürlük aşkı, adalet, saygı ve hoşgörü temel konulardır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimizin Medine’ye hicreti bu değerlerin insanlığa yeniden kazandırılması yolunda verilen mücadelenin en önemli aşamasıdır.
Bu fedakârlıklarla İslamı bu güne ulaştıran Ensar ve Muhacir’in Allah katında mükâfatları da elbette çok büyük olacaktır. Yüce Kitabımız Kur’anı Kerim bu mükâfatı: “İman edip hicret edenlerin ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.” Âyetiyle dile getirmektedir. [3]
Hicreti süsleyen tablolarda çağımız insanı için alınacak birçok ibret ve dersler vardır. Bencilliğin, maddeciliğin, çıkarcılığın, adaletsizliğin tahrip ettiği insanlık, hicretteki bu yüce değerleri hatırlayıp yeniden insani değerlerle buluşabilmelidir.
Hicret tarihi olan 1 Muharrem, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde takvim başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Hicret Allah Rasulü tarafından yapılmış ve Mekke’nin fethi ile son bulmuştur. [4] Bizim hicretimiz insani ve İslami değerlere, Yüce Rabbimize ibadet etmeye, O’nun rızasını kazanmaya olsun