Slide Title 1

Aenean quis facilisis massa. Cras justo odio, scelerisque nec dignissim quis, cursus a odio. Duis ut dui vel purus aliquet tristique.

Slide Title 2

Morbi quis tellus eu turpis lacinia pharetra non eget lectus. Vestibulum ante ipsum primis in faucibus orci luctus et ultrices posuere cubilia Curae; Donec.

Slide Title 3

In ornare lacus sit amet est aliquet ac tincidunt tellus semper. Pellentesque habitant morbi tristique senectus et netus et malesuada fames ac turpis egestas.

1 Mayıs 2015 Cuma

Atatürk’ün Bilim ve Teknoloji Hakkında Söyledikleri

Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışındat yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin, yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen lisanının koyduğu kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir. 1924
Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız yaşayamayız… Aksine yükselmiş, ilerlemiş medeni bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız.. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.
Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez.. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkûmdur. 1922
Başarılı olmak için aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi arasında doğal bir uyum sağlamak lazımdır. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği idealler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır. 1923

Zaman Nedir Fizik

zaman Nedir Fizik Tanımı
 Zaman
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Güneş ve Ay’ın hareketleri insanlığın başlangıcından beri zamanı gösterip sembolize eder.
Zaman (Arapça: زمن), ölçülmüş veya ölçülebilen bir dönem, uzaysal boyutu olmayan bir kontinyum olarak tanımlanır. Zaman kavramı, tarih boyunca felsefenin ilgi alanlarından biri olmasının yanısıra matematik ve bilimsel araştırmaların da önemli malzemelerinden biridir. Tarih boyunca çok tartışılmış bir konudur. Son olarak Albert Einstein’in tarifiyle son bulmuş ifade şu an için en geçerli teoremdir.
İçinde olduğumuz 3 mekan ve 1 zaman boyutlu uzay-zamanın, soyut olan boyutu olarak da kabul edilir. Zaman olgusu fizikte ‘t’ (Latince zaman anlamına gelen tempus kelimesinin baş harfi) harfiyle tanımlanır. Zamanın objektif olarak var olup olmadığı, fiziğin en önemli ve çözülemeyen konularının başında gelir. Planck zamanı denilen saniyenin 10 üzeri 43’de birinden daha kısa olan süre, fizikçilerce içinde bulunduğumuz 3+1 boyutlu uzayın sınırı ve kara delik ortamının başlangıcı olarak kabul edilir. Tıpkı ışık gibi bükülebileceği varsayılmaktadır. Bu yüzden zaman içi yolculuğun mümkün olup olmadığı birçok bilim adamı tarafından düşünülmektedir. Zamanın akıp akmadığı veya hangi yönde aktığı da aynı şekilde fiziğin en tartışmalı konulardandır.
Zamanın Ölçümü
Zamanın tarifi konusunda tam bir uzlaşmaya varılamasa da ölçülmesi konusunda anlaşmazlık yoktur. Zaman, fizikte en hassas ölçülebilen niceliktir. Zaman ölçümünde herhangi bir ana ya da aralığa rakamsal bir değer atanır. Bu atamada sürekli değişikliğe uğrayan herhangi bir fenomen kullanılabilir.
Zamanın ölçümünde kullanılan başlıca iki adet, birbirinden bağımsız ölçek vardır:
Dinamik – Gök cisimlerinin çekimsel hareketlerini kullanır.
Atomik – Atomların içsel enerji durumları arasındaki quantum değişimini gerçekleştirmekte kullanılan elektromanyetik radyasyonun karakteristik frekansından yararlanır.
Dünyanın kendi ekseni etrafında dönüşü de bir zaman ölçeği olarak kullanılabilir ancak gel-git kuvvetleri nedeniyle diğer iki ölçeğe eşdeğer (İng: equivalent) değildir.

Cuma Namazında Neler Yapılır ve Faziletleri Nelerdir?

Cuma Namazında Neler Yapılır ve Faziletleri Nelerdir?
Cenab-ı Hakk’ın kullarına bahşettiği sayısız lütuflarından biri de Cuma günüdür. Cumayı diğer günlerden ayıran en önemli özellik, o günde cemaat halinde Cuma namazının kılınmasıdır. Nitekim Cenab-ı Hak bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınızda, hemen Allah’ın zikrine koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allah’ı çok zikredin ki, kurtuluşa eresiniz.”1 Bu ayet-i kerime, Cuma vaktinin cuma namazı kendilerine farz olanlar için bir ibadet zamanı olduğuna işaret etmektedir. Bu ayete kulak veren Mü’minler Yüce Allah’ın bu çağrısına uyarak her türlü dünyevi meşgaleyi bir tarafa bırakıp Cuma namazına koşarlar. Camide hayatlarına yön verecek nasihatleri dinler, birlik ve beraberlik içerisinde Yüce Mevlâdan af ve rahmet dilerler.
Cuma namazı, Müslümanların tanışmaları, kaynaşmaları, yardımlaşmaları, birlik ve beraberlik şuurunu kuvvetlendirmeleri, Allah’a birlikte yaklaşmaları için önemli bir vesiledir. Cuma namazı, toplumun eğitilmesinde de büyük rol oynamaktadır. Cuma günü yapılan vaazlarda, okunan hutbelerde, iyiliklerin yaygınlaşması, kötülüklerin önlenmesi, insan haklarına saygı, çevre temizliği, birlik ve beraberlik içinde olmanın önemi, şehitlik ve gazilik ruhu, vatan savunmasının önemi, anne ve babaya hürmet, akraba ve komşulara iyilik, doğruluk ve dürüstlük gibi değerler anlatılmaktadır. Bunun yanında Cuma namazı, camiye ve beş vakit namaza alışmanın da ilk adımını teşkil etmektedir.
Cuma namazını eda etmek üzere camiye giden mü’min kardeşlerimizin dikkat etmeleri gereken bir takım kurallar bulunmaktadır. Buna göre, cumaya giderken temiz ve güzel elbiseler giyilmeli, insanlara rahatsızlık verecek her türlü kokular giderilmeli, ön safta boş yer varken arkada saf tutulmamalı, safları aralıksız ve düzgün tutmalı, ön safa geçmek için cemaat rahatsız edilmemeli, hutbe okunurken susup dinlenilmelidir. Mazeretsiz olarak Cuma namazının terk edilmesinin günah olduğu unutulmamalıdır. Ayrıca kadınların da Cuma namazlarında cemaate iştirak edebilecekleri bilinmeli, dini, milli ve ahlaki değerlerle yetişmeleri için çocukların da cumaya gitmeleri teşvik edilmelidir.
Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde; Cuma namazını usulüne uygun olarak kılanların günahlarının bağışlanacağını biz mü’minlere müjdelemiştir.
Kur’an-ı Kerim’de Cuma namazı kılındıktan sonra Müslümanların yeryüzüne dağılıp Allah’ın kendileri için takdir ettiği rızkı aralamaları emredilmektedir. Şu halde Cuma namazını kıldıktan sonra hemen işlerimizin başına dönerek, bir ibadet şuuru içinde çok çalışmalı, üretmeli, ülkemizi ve milletimizi kalkındırmak için elimizden gelen bütün gayreti göstermeliyiz.

İslam Tarihinde Hicretin Önemi


Yüce Allah, emir ve yasaklarını insanlara tebliğ etmek üzere peygamberler göndermiştir. Görevleri sadece insanları doğru yola ulaştırmak olan bu kutlu elçilerin hemen hepsi, bu ulvi görevlerini yerine getirirken ciddi manada sıkıntı çekmişler, zaman zaman işkence ve zulme maruz kalmışlardır. Bazıları öldürülmüş, bazıları yurtlarından göç etmek zorunda kalmıştır. Hâlbuki bu kutlu elçiler, gönderildikleri toplum için rahmet, şefkat ve sevgi kaynağı idiler. Onlara gönül kapılarını kapatan toplum, aslında insanî fazilet ve erdemlere kapılarını kapatmaktaydı. Allah elçilerini bağrına basan toplumlar ise, insanî erdemlere, aydınlığa kucak açmaktaydı.

Allah elçilerinin sonuncusu olan ve âlemlere rahmet olarak gönderilen [1] sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) de insanları, şirk ve küfrü, vahşet ve zulmü terk edip sadece Yüce Yaratana ibadet etmeye, adalete, merhamete ve erdemli olmaya davet etmekteydi. Mekkeli müşrikler bütün insanlığa rahmet olarak gönderilen bu yüce elçi’ye akla hayale gelmedik işkence ve zulümler yaptılar, onun hayatına son vermek istediler. Bu ağır baskılar altında tebliğ ve davet görevini yerine getiremeyeceğini anlayan kâinatın Efendisi, hicret etmeye karar verdi.
621 yılında, İslamı kabul eden 12 Medineli ile, 622 yılında ise 75 Müslüman Medineli ile Akabe mevkiinde yapılan anlaşma sonucunda Medineli Müslümanlar Hz. Muhammedi ve Hicret eden diğer Müslümanları koruyacaklarına dair söz verdiler. Bu olaya Akabe Biatları denilmektedir. Bu biatlar sonunda İslamı kabul eden Medineliler kendilerine İslamı öğretmeleri için bir muallim istediler. Peygamber Efendimiz onlara muallim olarak Mus’ab bin Umeyr’i gönderdi. Mus’abın gayretleri neticesinde İslam Medine’de hızla yayıldı.
Aynı yıl içerisinde Müslümanlar Medine’ye hicret etmeye başladılar. Peygamber Efendimiz de arkadaşı Hz. Ebu Bekir ile birlikte Mekke’den Medine’ye hicret etti. Mekke Medine arası bu günkü yol itibariyle 418 km. dir. Bu yolculuk düşmandan gizlenerek, sıkıntı ve meşakkat içerisinde, çöl ortamında her türlü tehlikeye açık olarak, yakalanma endişesi içerisinde, on dört günde tamamlandı. Çünkü Mekkeli müşrikler Hz. Muhammedi yakalayıp getirene yüz deve vereceklerini vaat etmişlerdi. Yüz deve çok büyük bir servetti ve ödül avcıları bu fırsatı değerlendirmek istiyorlardı.
Ancak O’nu Peygamber olarak gönderen Cenâb-ı Allah’tı ve elbette ki elçisini koruyacaktı. Nihayet Allah Rasulü Hz. Ebu Bekir ile birlikte Medine yakınlarında bir yerleşim yeri olan Kuba’ya ulaştı ve orada bir müddet kalarak İslam’ın ilk mescidi olan ve temeli takva üzere atıldığı Kuranı Kerimde bildirilen Kuba Mescidini inşa etti. [2] Daha sonra ise Medine-i Münevvere’ ye ulaştı.
Hicretle birlikte Medine de İslam devleti kurulmuş, İslami müesseseleri içinde barındıran Mescit inşa edilmiş, civar kabilelerle bir anlaşma yapılmıştır. Bu üç olay da İslam’ın geleceği açısında son derece önemli olaylardır. Peygamber Efendimiz Mekke’den hicret ederek gelen her bir Muhacir Müslümanı, ev sahibi Medineli Ensar Müslümanla kardeş ilan etmiştir. İslam tarihinde bu olaya muâhât (kardeşlik olayı) denilmektedir. Bu kardeşlik öyle bir kardeşliktir ki tarihte eşine bir daha rastlamak mümkün değildir. Aynı anne-babadan dünyaya gelen kardeşler mal için, menfaat için birbirlerinin canını alırken Ensar, Muhacir kardeşini her şeyine ortak kabul etmiş ve bütün mal varlığını muhacir kardeşi ile paylaşmıştır.
Bu manada hicret, İslâm davasının hedefe giden yolunda bir dönüm noktasıdır. Hicret, İslam toplumunun teşkilatlanması, bir güç haline gelmesi ve çevresine kendini kabul ettirmesi sürecinin ilk adımı olmuştur. Hicret, her vesile ile birlik, beraberlik ve dayanışmayı vurgulayan İslam’ın hayat bulmasına yol açan önemli bir olaydır. Hicret, Allah rızası için, anadan, babadan, yardan, diyardan, maldan, mülkten hatta candan, evlattan vazgeçişin, ibretli ve meşakkatli kıssasıdır.
Hicret, her şeylerini Allah için, göz kırpmadan terk eden Mekkeli Muhacirler ile onları bağırlarına basan, muhtaç oldukları halde onları kendilerine tercih eden Medineli Müslümanların, yani Ensar’ın destanıdır. Bu destanda fedakârlık, kardeşlik, ahde vefa, birlik ve beraberlik, değerlerin paylaşımı, özgürlük aşkı, adalet, saygı ve hoşgörü temel konulardır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen sevgili Peygamberimizin Medine’ye hicreti bu değerlerin insanlığa yeniden kazandırılması yolunda verilen mücadelenin en önemli aşamasıdır.
Bu fedakârlıklarla İslamı bu güne ulaştıran Ensar ve Muhacir’in Allah katında mükâfatları da elbette çok büyük olacaktır. Yüce Kitabımız Kur’anı Kerim bu mükâfatı: “İman edip hicret edenlerin ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.” Âyetiyle dile getirmektedir. [3]
Hicreti süsleyen tablolarda çağımız insanı için alınacak birçok ibret ve dersler vardır. Bencilliğin, maddeciliğin, çıkarcılığın, adaletsizliğin tahrip ettiği insanlık, hicretteki bu yüce değerleri hatırlayıp yeniden insani değerlerle buluşabilmelidir.
Hicret tarihi olan 1 Muharrem, Hz. Ömer’in halifeliği döneminde takvim başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Hicret Allah Rasulü tarafından yapılmış ve Mekke’nin fethi ile son bulmuştur. [4] Bizim hicretimiz insani ve İslami değerlere, Yüce Rabbimize ibadet etmeye, O’nun rızasını kazanmaya olsun

Göl Bilimi Nedir Kısaca

Limnoloji yani gölbilimi; doğal ve yapay göl ve göletlerin fiziksel ve kimyasal niteliklerini, ekolojisini, çevreyle etkileşimlerini, içlerindeki su ve enerji akımlarını inceleyen bilim dalıdır.

Uzay Nedir Kısaca özeti





















Uzay Dünya’nın atmosferi dışında evrenin geri kalan kısmına verilen isimdir. Atmosfer ile uzay arasında kesin bir sınır bulunmamaktadır, fakat Dünya’nın atmosferi yukarı doğru çıkıldıkça incelmektedir. Uzayda tahminen milyonlarca galaksi bulunmaktadır. Bu tahmini galaksilerin içinde tahminen milyonlarca sistemler, gezegenler ve astroitlerFizikçi Carl Sagan’ın kitabı “KOZMOS” da yazdığı üzerine evrensel atom sabiti 1088 kadar yani 10 üst 88, yani evrende 10′un yanında 88 sıfır tane atom var. Bu şekilde bir hesaplama ve insanoğlunun bildiği her türlü galaksi uzayın büyüklüğünü kanıtlar. Uzay ayrıca evren terimi ile karıştırılır. Bu iki kavram karıştırılmamalıdır. “Uzay” içinde bulunduğumuz sonsuz sanılan boşluktur, “evren” ise canlı, cansız her varlığın uyumu ya da uyumsuz yaşadığı mekandır. Yani birbirlerinden farklı şeylerdir.

Uzay karanlığı, büyüklüğü, olayları ile ilgi çekici, karmaşık ve araştırmaya değer olmuştur. Bu yüzden insan her çağda uzayı merak etmişti. Bu yüzden sürekli uzayı araştırmak için icatlar yapmıştı. Teleskop bu alanda çok önemli bir alettir. Çağlar geçtikçe insanların daha güçlü teleskoplarla uzayı incelemesi uzay hakkındaki bilgileri artırdı. Böylece merakını gidermeye başlayan insanoğlu bununla yetinmeyip uçarak daha fazla bilgi toplamak istedi. İnsanlığın uçmayı keşfetmesiyle Dünya’yı çevreleyen yakın uzay hakkındaki bilgiler, daha da artmaya başladı. Nihayet, güçlü füzeler, yapma uydular, Ay ‘a insanlı ya da insansız araçlar gönderilmesi, yapay uydular geliştirilmesi, çok güçlü radyo teleskoplarla (Hubble Uzay Teleskobu gibi) uzayın derinliklerinin araştırılması, 20. yüzyılın ikinci yarısında insanlığın uzay hakkındaki bilgilerini önemli ölçüde genişletti. Ayrıca insanlık uzayı araştırmak için “astronomi” bilimini doğurdu. Artık astrologlar uzayın bilgilerini daha hızlı buluyorlardı.

Uzayda Neden Yerçekimi Yok ? (merak giderici soru )

 Herkesin  çok iyi bildiği gibi uzay gemileri içinde cisimlerin ağırlıkları yoktur. Çünkü uzay gemisi Dünya yörüngesine girince sürekli serbest düşüş durumunda bir asansör gibi hareket eder. Bir tüy ve bir demir bilye bırakıldıklarında yere aynı anda düşer. Bilye daha çabuk düşmez. Bu deneyi de ünlü Piza kulesinde yapan inanmayacaksınız Galile’dir. Arada düşmede oluşan küçük fark havanın sürtünme özelliğinden ileri gelir. Bu deney insanlar Ay’a gittiklerinde orada havasız ortamda yeniden denendi ve Galile’nin ve Einstein’ın haklı oldukları görüldü.
Bunun gibi merkezkaç kuvvet diye bir kuvvet de yoktur. Bir yöne doğru ivmelenmiş olan cismin yönü değiştirildiği zaman ivmesi nedeniyle yine oraya doğru gitmek ister. Bu da merkezkaç kuvvet olarak algılanır. Örnek olarak viraja giren bir arabanın yönü değişince ileri doğru ivmelenmiş olduğu için oraya gitmek isteyecek, araba ve içindekiler savrulacaktır.
Uzayın kütleler yüzünden büküldüğü Güneş’in arkasında bulunan yıldızların görünememesi gerekirken Güneş’in kenarından görülebilmesiyle kanıtlanmıştır. Tabi bu olay görünmeden önce durumun formüllerle kanıtlandığını da söylemek gerekir.
Bundan şu sonuç çıkıyor. Newton’un bulduğu Yerçekimi kanunu hikayedir. O yüzden de Newton’un yazdığı formüller (F = m x a) doğru değildir. Ancak küçük güçlerin sınırlı yerlerde kullanımında doğu sonuçlar verir. Bu formüllerin yerini Einstein’ın formüllerinin (E = m x c2) aldığını biliyordum ama ancak şimdi neden olduğunu anladım. Ben hep kütlenin çekimi yüzünden uzay bükülüyor diyordum.
Buradan çıkaracağımız   ders;  Gerçek olarak insanın Dünya’ya yapışması iki şekilde açıklanabilirdi. Biri Dünya’nın çekim gücü, öteki uzay büküldüğü için Dünya’ya itilmek. Görüntüde birincisi doğruydu ve yüzyıllar boyunca onun doğru olduğu herkes tarafından kabul edilmişti. Ama günün birinde biri çıkıp (Albert Einstein) diğerinin doğru olduğunu kanıtlarıyla gösterdi. Bu bizim, Dünya mı insana uydu, yoksa insan mı Dünya’ya uydu konusuna benziyor. Bana göre ikincisidir. Tabi ki bu binlerce yıldır gelen öğretileri ters yüz ediyor. Ama isteyen hala birincisinin doğru olduğunu iddia edebilir ve eden çıkacaktır, sonuçlarına katlanmak şartıyla. Bazı bilim adamları Newton’un formüllerini din gibi algılayıp ‘biz bundan vazgeçmeyiz’ deselerdi benzerlik biraz daha artardı.